. LAİK DÜZENDE DİYANET İŞLERİ, “DİN”İ KUŞA ÇEVİRİP DEVLET DİNİNE DÖNÜŞTÜRMEKLE GÖREVLİDİR“Din” kelimesinden türeyen “diyânet” kelime olarak; “din, dine ait, dinî emirlere riâyet etmek, gereğini yerine getirmek ve dindarlık” mânâsına gelir. Fıkıh eserlerinde bu kelime, “muâmelât”a karşılık ibâdetleri belirtmek için kullanılır. Bu anlamının İslâmî devlet ve muâmelâtı yok sayan ve dini namaz gibi ibadetlerden ibaret göstermeye çalışan gayri İslâmî düzenin kurumu olan “Diyanet” için uygun görülmesi, ya da böyle bir kuruma bu ad verilmesi düşündürücüdür. Günümüzde ve yaşadığımız coğrafyada terim olarak, başta anayasa olmak üzere laik yasalarla yetkisi çizilen ve Başbakanlığa ilgili devlet bakanlığına bağlı olarak çalışan, resmî devlet kurumu olan “Diyanet İşleri Başkanlığı” teşkilâtı için kullanılmaktadır. Biz de Diyanet kelimesini bu anlamda göre insan, yeryüzünün halîfesidir. Allah, insanı yeryüzünde meşrûicrâatta bulunması için, yani Allah’a kulluk için yaratmıştır. Bu anlamda halifelik; sadece namaz kılma, oruç tutma, zekât verme, hacca gitme gibi ibâdetleri yerine getirmekle sınırlı olmayıp, her hususta Allah’ın rızâsına uygun hareket edilmesini zorunlu kılar. Yani, Kur’an’ın hayat ve hüküm kitabı kabul edilerek tatbik edilmesi bu gerçek, apaçık belirtildiği halde, Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki rejimler, “din”i kendi kontrolleri altına almak, dinin emir ve yasaklarından kendilerini soyutlamak; devletin dinsiz olmadığını göstermek için “Diyânet” teşkilât kurdular. Bu kurum vâsıtasıyla halka belli konularda serbestlik verilirken, “hak din”in temel/asıl konularından haberdar edilmemesine özen Diyânet teşkilatını başbakanlığa bağlayınca ve kendilerine uygun gördükleri bir başkanı da o makama atayınca, dinle ve dolayısıyla hayatla ilgili bütün ipleri ellerine almış oldular. İşi daha da sağlama almak için imamların, müezzinlerin, vâiz ve müftülerin maaşını laik devletin bütçesinden ödemeye başladılar. Böyle yapmakla, kendilerinden maaş alanların kendilerine hesap sorma yolunu da kapatmaya çalıştılar. Bu durumda din, artık ortada oyuncak haline gelmiş başa gelirse gelsin; ister solcu, ister sağcı, ister sözde dindar, ister laik dinsiz; din bu yetkililerin menfaatlerine hizmet eden güçlü bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Kim iktidarda ise din, yani Diyânet, o şahsın istekleri doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Bu durum, müslümanların yaşadığı işgal edilmiş bütün İslâm topraklarında geçerlidir. Yani, her ülkede devletin kontrolünde olan bir Diyânet teşkilâtı vardır. Diyânet kurumu, devletin dini kendi emelleri için kullanmasına destek veren bir kuruluştur. Diyânet için dinin tümüne riâyet edip etmemek mesele değildir. Çünkü devlet ne derse Diyânet yetkilileri, kendilerini emir kulu kabul ederek öyle hareket etmek zorunda hissederler. Allah’ın hükmü ise açıktır “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında ancak rezilliktir. Kıyâmet gününde ise onlar azâbın en şiddetlisine itilirler. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir.” 2/Bakara, 85Diyânet teşkilâtı, Türkiye’de 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün isteğiyle meclisin kabul ettiği 429 sayılı kanunla kuruldu. Bu tarihten itibaren tekke ve zâviyeler kapatıldı. Câmilerin bazısına kilit vuruldu. Bütün bu yerler çok değişik maksatlar için kullanıldı. Bir kısmı depo, ambar, işyeri olarak kullanılmaya başlandı. Bazı câmi, medrese ve vakfiyeler de Cumhuriyetin ilk yıllarında torpilli bazı azınlıklara satıldı. 15 Kasım 1935 tarihinde çıkarılan bir kanunla eskiden câmi olarak kullanılan kiliseler, tekrar kiliseye çevrildi. Bunun yanında, 3 Şubat 1932’de “ezan”ın Türkçeleştirilmesi kanunlaştırılarak Arapça aslıyla okunması kuruluş amacı, tamamıyla devletin hizmetinde olan, devletin istediği şekilde bir din oluşturma için kurulmuş bir teşkilât olmasıdır. Devlet, kendi içerisinde kendi aleyhine oluşacak bir güç olgusuna şiddetle karşı olduğundan, din ile devletin birbirinden tamamen ayrı olduğu söylenmeye başlandı. Aynı zamanda dine ve vicdana saygılı olduklarını söylemeyi de ihmal etmediler. Yetkili ve etkili güçler, halkın tepkisini çekmemek için dinsiz olmadıklarını söylediler. Bunun için de dini kontrol altına alan bir teşkilât kurmaları ideolojinin kontrolünde ve onun prensiplerine göre çalışan her kurum, bağlı olduğu devletin değerlerine hizmet etmek zorundadır. Bu anlamda müslümanların Diyanet’ten bir beklentileri olamaz. Çünkü böylesi bir kuruluştan beklenti içinde olmak abesle uğraşmak olur. Aksine, bu kurum hem İslâm’ın anlaşılmasına, hem de müslümanların ciddi çalışmalarına engel teşkil etmektedir. Bu kurumun kitleler üzerindeki tesiri düşünülürse bu sözümüz daha iyi anlaşılır. Câhil insanlar Diyanet’i, Dini muhâfaza eden kurum olarak gördüklerinden farklı kurum ve kuruluşlara şüpheyle bakmaktadırlar. Diyanet, bütün câmileri kendi kontrolünde tuttuğundan, dolayısıyla bu yerlere devletin hâkim olmasından ötürü, zaman zaman resmiyete uygun yapılmayan bazı icraatlar, hutbe ve vaaz veren yetkililer hakkında hemen soruşturma açılıp hâkim olmadığı sistemlerde, din devletsiz; devlet de dinsiz konumdadır. İslâm’ın istediği gibi bir din topluma ve sisteme hâkim değilse, devletin istediği bir din dinin tahrif edilen şekli ortaya çıkacaktır. Değişik ifadeyle ya dinin devleti, ya da devletin tüm küfür sistemleri, açık cephe alarak fertlerin içinden sökemedikleri Allah inancını köreltmek, saptırmak ve bu yolla insanları dalâlete düşürüp köleleştirmek için kendilerine bağlı Bel’amlar bulmak zorunluluğu hissetmişlerdir. Tarihin çok eski devirlerinden itibaren, meselâ Hz. Mûsâ döneminden bu yana, küfürle hükmeden düzenler, edindikleri bu yardımcılara para ve makam verip onları kullanarak toplumun önüne sürmüşlerdir. Dinî konularda bunların yetkili olduklarını yaymaya ve bu imajı topluma kabul ettirmeye çalıştılar. Kendi düzenlerine bağlı olanlara halkın tâbi olmasını sağlayarak, halk üzerinde kendi egemenliklerini ve baskılarını kurdular. Bu şeytanî uygulama, son yüz sene içindebütün Ortadoğu’ya karşı Müslüman gözüken, fakat Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen tâğutların nifakî yönetimleri yanında; açıkça kâfir olarak tanınanların yönettiği, ama içinde önemli sayıda Müslüman bulunan ülkeler de benzer şekilde davranmaya devam ediyor. İki örnek vereyimLaik, demokrat, Kemalist/Ataist Türkiye Cumhuriyeti gibi, ateist Rusya’nın da, içinde belirli oranda Müslümanlar da yaşıyor. Türkiye devleti gibi Müslümanları kontrol altında tutabilmek için önemli vilayetlere ve eyaletlere müftüler tayin ediyor. Türkiye Cumhuriyetindeki Diyanet İşleri Başkanlığı karşılığında Rusya Müftüler Konseyi adıyla bir teşkilat oluşturuldu. Bu konseyin başkanlığını uzun süredir RavilGaynutdin afyon kabul ederek, bir taraftan halkı dinsizleştirmek için bütün gücünü sarfeden Rusya’daki dünkü sosyalist, bugünkü kapitalist düzen, diğer taraftan resmî müftüler atayarak insanları bu müftüler vâsıtasıyla saptırmaya çalışır. Hac mevsimlerinde, bu kiralık müftüleri hacca göndererek, o kutsal topraklarda kendi propagandasını yaptıran Rusya, aynı zamanda ülkesindeki muvahhid mü’minlere her türlü zulmü reva görmeye devam etmiştir. Bu yaptıklarıyla Rusya’daki rejimin, müftü atamakta ne kadar samimi olduğu gözükmekte ve asıl amacının ne olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu gerçekler, yıllarca tüm dünyanın gözleri önünde cereyan aynı oyun oynanıyor. Batı Trakya’da Gümülcine ve İskeçe Müftüleri var. Hem de ikişer tane. Biri seçilmiş, biri atanmış. 25 yıldır Türkiye’nin de suçladığı şekilde Yunanistan, devlet olarak Müslümanların müftüsünü atıyor. Yani, müftü devlet tarafından tayin ediliyor. Türkiye Cumhuriyeti de, Batı Trakya’daki Müslüman Türklerin haklarını koruma adına kendi işlediği suçun aynısını yapan Yunanistan’ı zaman zaman küçük harflerle de olsa kınıyordu. Müslüman Türklerin kendi müftülerini kendilerinin seçmeleri gerektiğini gerekçeleriyle belirtiyor, bunun azınlıkların hakları olduğunu iddia ediyordu. Aslında, sosyalist veya kapitalist Rusya ile hıristiyan ve laik Yunanistan, Diyanet teşkilatı benzeri bir kurum oluşturuyorsa ve bir kişiyi kiralayarak müftü tâyin ediyorsa, bunun sebebi, diğer küfür rejimlerinde olduğu gibi, o kurum ve şahıs aracılığıyla Müslüman halkı kendisine boyun eğdirip itaat ettirmek için bunu ne oldu biliyor musunuz? Yunanistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yapamayacağı bir karar aldı, müftüleri artık Yunanistan hükümetleri tayin etmeyecek, Müslümanlar kendi müftülerini kendileri haber denilince hemen ilk akla gelen isim olan Stelyo Berberakis’in Sabah Gazetesi’ndeki haberi aynen şöyle “Türkiye-Yunanistan hükümetleri arasındaki en temel sorunlardan birisi, Batı Trakya'daki "seçilmiş" ve "atanmış" müftü karmaşasıdır. Yunan devletinin tayin ettiği "atanmış" müftüler, hiçbir zaman Türk azınlık tarafından kabul edilmedi. Bunun yerine kendi aralarında seçtikleri ancak Yunan devletinin tanımadığı müftüleri benimsedi. Yunan hükümeti nihayet 25 yıldan bu yana yok saydığı müftülerin seçimini "çözülmesi gereken bir sorun" olarak kabul etti ve Türk azınlığın yıllardır talep ettiği "Müftülerin seçim yoluyla görev başına gelmelerini" sağlayacak yeni bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa tasarısının ana hatları Yunan basınında yayınlandıktan sonra Batı Trakya Türk azınlığı arasında yoğun tartışmalar başladı ve şimdi yasa tasarısının ayrıntılarının da yayınlanması bekleniyor.”Demokrat geçinen Müslümanlara müftüsünü, imamını seçme hakkı vermesini, camilere karışıp müdahale etmekten vazgeçmesini beklemek ise, Kıyâmeti veya halkın kıyâm etmesini beklemek demektir. Türkiye’de Müslüman çoğunluk! olmak mı, Yunanistan’da Müslüman azınlık olmak mı daha ehvendir, kıyaslanmalı. Bir de, “Atatürk olmasaydı, tek başına Rambo gibi ülkeyi kurtarmasaydı…” diyenlerin gözlerine sokabilirsiniz Yunanistan’daki Müslümanların daha özgür olduğunu. Hele Hollanda, Almanya gibi ülkelerdeki Müslümanların çok daha özgür ve rahat olduğunu göstermek için kolundan tutup kısa bir seyahate çıkarabilirsiniz. Müftülere, din adamı dedikleri görevlilere Yunanistan kadar, Almanya kadar özgürlük vermeyen bir bakın hele, ne kadar dinidar! Türkiye’deki Müslümanların azınlıklar kadar hakları olmadığını kimse dile getirmiyor. Halk, bir-iki şekilsel kolaylıktan yola çıkarak yavaş yavaş da olsa İslâm’ın geliyor olduğunu iddia edecek kadar bâtıla karşı iyimser Asya ve Afrika’da da durum pek farklı değildir. Dünyanın hemen her yerinde, İslâm dışı düzenler, kendilerinin İslâm’la hiçbir ilgileri bulunmadığı halde, müslüman gördükleri halklara müftü, vâiz ve namaz kıldırma memuru tâyin etmişlerdir. Bu kiralık görevliler de, ücret aldıkları küfür rejimlerine hizmeti ibâdet telakki ederek görevlerini lâyıkıyla yapmışlar, halklarını din adına aldatmışlardır. Zaten İslâm dışı düzenler de bunu yapmaları için kendilerine ücret ödüyorlar. Bunlardan birçoğu da toplum içinde oldukça ün salmış, meşhur edilmiş kişiler olarak ortaya çıkarlar. İşin en tuhaf yönü ise, bu kiralık görevlilerin, İslâm dışı rejimlerin uşağı ve hizmetkârı olduğunu unutarak, kendilerini gerçekten İslâm âlimi, İslâmî konularda söz sahibi olduklarını öncesinde Ortadoğu’da bir ülke vardı, Amerika’nın bölgede jandarmalığını yapan. Nasılsa, o ülkede molla denilen hocaları o ülkenin şâhı, devlet kadrosuna geçirmemiş, özgür olarak câmi ve medreselerde görev yapmalarına ses çıkarmamıştı. Bu, kendisinin ve gayr-i İslâmî rejiminin devrilmesine sebep olacak kadar önemli neticeler doğuracaktı. Ülkesinden sürüldükten sonra İran şâhının şöyle dediği meşhurdur “Benim en büyük hatam, mollaları resmî devlet memuru yapmamam. Atatürk büyük adammış. Onun devrimlerinin en önemlilerinden biri Diyanet İşleri Başkanlığı kurmak ve hocaları devletin emrine alıp onları etkisiz hale getirmektir. Şimdiki aklım olsaydı, Atatürk’ün izinden gider, imamları devlet memuru yapardım, o zaman İslâm devrimi filan olmazdı.”Bir başka ülke için de ilk iki ülkeye benzer durumdan söz edilebilir. Orada müslümanlara rağmen kendi ilkelerinden hiç tâviz vermeyen laik rejim İslâm’la çatışmayı göze alamadı. Tek hak din olan İslâm ise, kendi dışındaki tüm rejimleri ve hayat tarzlarını bâtıl kabul edip onların insanları ifsâd etmesine izin vermez. O yüzden, bu engel kaldırılmalı, ama çatışma olmadan, laikliğe zarar verilmeden bu iş halledilmeliydi. Çünkü böyle bir çatışma laik rejimin sonu demekti. Ve formül bulundu İslâm isim olarak var olmalıydı, ancak, hüküm/uygulama olarak kaldırılmalıydı. Laik rejimin çok güveneceği bir teşkilat kurulmalı, bu kuruluş, dinin vicdanlara hapsedilme işini en iyi şekilde yerine getirmeliydi. Dinle ilgili teşkilat böylece kuruldu. Herkes dininin adamı olması gerekirken, bazılarına “din adamı” unvanı ve dinle ilgili “resmî” makamlar verildi. İslâm’da “din adamı” sınıfı olmadığı, hıristiyanlıktaki gibi ruhban grubu bulunmadığı halde, istismara uğrayan “imam”, “müftü” gibi etiketler laik devletin memurluğu ile Bunlar, Korsan!Bir yazar arkadaşın Gölcük’teki evinde icrâ olunan kızının düğününe katılmıştım. Düğün evinde toplanan kimselerden bazıları beni internetteki sohbetlerimden veya başka bir şekilde tanımışlardı. Başladılar soru sormaya. Ortam düğün, yer düğün evi, konular ve sorular da müsait olunca sohbet koyulaştı. Büyükçe odanın bir kenarında yalnız başına oturan kravatlı biri var, ne zaman gelip oraya konuşlandı bilmiyorum. Selâm verseydi dikkatimizi çekerdi görür bilirdim. Bir şeylere kızmış olmalı ki, burnundan soluyor, gözleri çakmak gibi. Sohbete on saniye ara verip çaylarımızı yudumlamamızı fırsat bilerek aldı sözü diline, görelim ne söylemiş? “Ben kendimi tanıtayım önce. İsmim falan, buraya yakın filan ilçenin vaiziyim. Bazı insanlar var, Devlet ve Diyanet onlara konuşma yetkisi vermediği, onlar din görevlisi, yani imam veya vâiz olmadıkları halde din hakkında konuşuyorlar. Fetvâ veriyorlar. Sorun bunlara “Size bu yetkiyi kim verdi? Diyanet mi verdi, devlet mi verdi?” Kıskançlık ve hasedden, biraz da düşmanlıktan olacak; boğuklaşmış sesini ev dışından duyulacak kadar yükseltip bağırarak gürledi “Korsan bunlar, korsan! Devlet bize bu yetkiyi vermiş, din hakkında konuşma ve hüküm verme yetkisi, bizi dinlemeniz lâzım, korsanları değil…” Bu kadar bayağı sözlere ilmî cevap verilemezdi elbet. Ancak, Kadir Mısıroğlu’nun Haydar Baş’a verdiği başı ç ile başlayıp sonu ş ile biten üç harflik kelime ile cevap verilebilirdi. Ama ne yapayım ona da terbiyem müsaade etmiyordu. Gülüp geçmeli dedim, güldüm geçtim. Ama hiç de tatlı bir gülüş değildi bu. Kızılmaktan ziyade acınacak haldeki bu düzenin kurbanı zavallı adına; acı acı… Benim yerime, oradaki arkadaşlar cevap verdiler, tartıştılar. Halktan kimselere bile itici ve rahatsız edici gelmiş olmalı ki onun sözleri, iltifat etmedi kimse. Unuttuğu bir şey vardı; orası düğün eviydi, devlet dairesi değildi. Üzüldüm onun adına, diyanetin verdiği yetkiyi kullanamadı, unvanını gösteremedi, bir şey de anlatamadı kimseye, kimse soru da sormadı çünkü. Kısa bir zaman sonra gözlerimle aradım, bulamadım. Korsan çabukluğuyla kaybolmuştu. Ne zaman o hatırıma gelse, nedense elinde tahtadan bir kılıç, bir gözü bandajla kaplı ve çürük bir geminin üzerinde gölgelerle savaşmaya çalışırken hayalime gelir. Vah vâiz ülkelerdeki din görevlilerinin devlet memuru olması, maaşlarını ve emirlerini Sezarlardan alması, laikliğin din-devlet ayrımı iddiasında da samimi olmadığını göstermektedir. Dinin devlete ve hatta sosyal hayata hâkim olmamasına aşırı titizlik gösteren laik rejimler, dini devletin emrine ve yönlendirmesine vermekte sakınca görmemekteler. Bu yüzden laik devletlerde laik bir din, devlet dini ortaya çıkmakta, İslâm dışı ilkelerle uyuşan, ilâhî alanları son derece sınırlanmış, kuşa çevrilip tahrif edilmiş bir din ortaya çıkarılmaktadır. Deve kuşu misali, din özgürlüğü konusunda laiklik hatırlanırken; devletin dine müdâhale etmemesi konusunda ise, helvadan putları olan laiklik, laik rejimler tarafından yenilip hâkim değil mahkûm olduğu ülkelerin hemen hepsinde görülen dinle ilgili bu teşkilatların görevi, dünya ve âhiret nizamı olan İslâm nizamının, devletle ve dünya ile ilgili olan kurallarını gizleyerek onu ruhbanlık dini haline getirmeye ve böylece onu vicdanlara hapsetmeye çalışmaktır. Bunun için; müftüler, vâizler ve namaz memurları yetiştirmek, bunların nasıl hareket edecekleriyle ilgili esasları belirlemek, bu esaslar doğrultusunda hareket edip etmediklerini, laik sistemlere uygun konuşup konuşmadıklarını kontrol etmek üzere müfettişler, murâkıplar görevlendirmek bu teşkilatların temel fonksiyonudur. . Onlar, doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar! Bu azabın sebebi, Allah'ın, hak olarak indirmiş olduğu Kitab'ın hükmünü gizlemeleridır. Hak olarak inen Kitab'ı farklı yorumlar yapıp Kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir." 2/Bakara, 174-176.Müslümanların kontrolünde, Allah’ın dininin topluca ikamesi için hareket merkezi olan mescid, müslümanların kontrolünden çıktığı zaman müslümanlar için en büyük tehlikelerden biri olacaktır. Çünkü mescid, müslümanların buluştukları, dertleştikleri, yardımlaştıkları, kendi meseleleri ile ilgili kararlar aldıkları, kâfirlere karşı stateji belirledikleri bir sığınak, bir kale, İslâm devletinin bir yönetim yeridir. Allah’la yüz yüze geldikleri, Allah’ın emirlerine imza attıkları bir yerdir. Câmilerin birçok fonksiyonu yanında, en önemli ve olmazsa olmaz özelliği müslümanların kontrolünde olmasıdır. Câminin müslümanların kontrolünde olması demek, orada müslümanların sadece namaz kılmaları demek değildir. Câmide okunan hutbenin sadece Allah’ın hâkimiyetini tescil yönünde okunması, Allah düşmanlarına karşı alınması gereken tavrın takınılması, müslümanlar üzerindeki oyunların bozulması ve daha önemlisi, Allah’ın dinine gerçekten inanan, Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan, tâğûtî rejimi kuvvetlendirmek için insanlara telkinde bulunmayan, zâlimlere tavır alınması gerektiğini gösteren samimi müslümanlar tarafından idare mescidi, sadece Allah rızâsı için ve samimi müslümanlar tarafından yapılan mescid olmakla kalmaz; aynı zamanda, orada kötü sıfatlardan arınmış, içi ve dışı temiz insanların bulunduğu belirtilir 9/Tevbe, 107. Dırar mescidinde içi dışı fısk ve fücur dolu, maddî ve mânevî yönden kirli insanlar; Takvâ mescidinde ise, Allah'tan korkan, içi ve dışı temiz insanlar Sistemlerde Diyanet Teşkilatlarının Kabarık Suç Dosyasından 30 Tanesi1- Hakla bâtılı karıştırmak Bu suç hakkında bkz. 2/Bakara, 42, 3/Âl-i İmran, 71,2- Hakkı ketmedip gizlemek Bu suçun büyüklüğü hakkında bkz. 2/Bakara, 159. Konuyla ilgili diğer âyetler için bkz. 2/Bakara, 42, 146, 283; 3/Âl-i İmran, 71, 187; 5/Mâide, 106,3- Hakkı gizlemenin sonucu olarak cami görevlilerinin mel’un, yani Allah’ın rahmetinden uzak hale gelmesi 2/Bakara, 159,4- Kur’ân-ı Kerim’de “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezâsı, dünya hayatında rezil olmaktan başka nedir? Kıyâmet gününde de onlar azâbın en şiddetlisine itilirler. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir.” 2/Bakara, 85 denilmesine rağmen, Kur’an’ı bölerek bir bölümü ile hareket edip, diğer bölümünü yok saymak, belli konuları hiç gündeme getirmeden, sadece bir kısmı ile yetinmek, Kur’an’ı böldüklerinin delilidir. “Onlar Kur’an’ı bölük bölük ettiler. Senin Rabbin hakkı için Biz onların hepsine, yaptıkları şeylerden soracağız. O halde sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırma!” 15/Hıcr, 91-945- Camileri devlet dairesi, cami görevlilerini de devlet memuru yaparak, Allah’ın memuru O’nun emrine göre iş yapan olması gerekenleri gayrı İslâmî devletin emrine boyun eğdirerek emir kulu haline getirmek,6- Dini vicdanlara hapsetmek, mürcienin sapıklıklarını “din” olarak sunmak,7- Namaz kılma ve kıldırma ibâdetini para karşılığında yerine getirmek. Devlet yüz binin üzerinde câmi görevlisine bunca maaşı niye veriyor dersiniz? Çok sevdiği için veya dine imana hizmet olsun diye mi? Elbette hayır! Ellerine kendi bildirilerini tutuşturup okutmak için. Kendi davullarını çalsınlar Gayri İslâmî devlet rejimi ile Müslümanları uzlaştırmak, Müslümanları düzene itaatkâr ve hizmetkâr yapmaya çalışmak,9- Zâlim ve tâğut sayılan rejimlerin emrine girerek din hizmetlerini Allah’ın kanunlarına göre değil de, mevcut sistemin kanun ve genelgelerine göre yerine getirmek,10- Câmiler Allah’tan başkasına çağrılmayacak yerler olması gerektiği 72/Cin, 18 halde, cami cemaatlerini düzene itaate ve tâğutî kurumlara çağırmak,11- Kur’ân-ı Kerim’de “Allah’ın mescidlerinde O’nun zikredilmesine ve hükmünün özgürce ifade edilmesine engel olan ve içki, kumar, fuhuş gibi her türlü ahlâksızlığı yaygınlaştırarak câmiye giden yolları tıkayan, buraların toplumsal etkinlikten yoksun ve harap olması için çaba harcayanlardan daha zâlim kim olabilir?” 2/Bakara, 114 buyrulmasına rağmen, câmilerde Allah’ın zikrini Kur’an’ı, Kur’an’ın bazı hükümlerini ve birkısım esaslarını men eden zâlimleri açıklamamak, hatta onlara yardımcı olmak, 12- Haccı tekel şeklinde rakipsiz bir ticaret unsuru olarak görmek ve hacıları en az iki misli pahalıya hac yaptırmak, karayolu ve denizyolu ile hacca izin vermemek, özel şirketlerle veya kendi arabasıyla hacca gitmeyi yasaklamak,13- İbâdetleri Rabbimizin rızâsına uygun şekilde yaptırmak ve kolaylaştırmak görevi olduğu halde, tam tersine uygulamalarda bulunmak, meselâ hacca gideceklerin hacca helâl parayla gitmesini yasaklayıp kurada ismi çıkanların 2-3 ay önceden paralarını bankaya yatırmalarını ve Allah’la savaşan faiz kurumuna katkı sağlayıp tüm hacıların paralarını haramlaştırmak, faiz paralarını da Diyanet olarak kullanmak,14- Devletin kendi memuruna güvenmeyip ona hutbe hazırlama özgürlüğü ve yetkisi vermemesine râzı olmak ve naklen yayın vb. hususlarda yardımcı olmak. Diyanet tarafından hazırlanan hutbelerin kalitesi; çiçeklerden, böceklerden, veremden, ormandan bahsetmekle ölçülmekte. Hatta bazen verginin faydalarından, kalkınmak için verginin kutsallığından bahsedilmektedir. Çünkü Diyanette, her şeyin Allah için yapılmasından önce, her şeyin devlet için yapılması Cuma hutbelerinde devlete dua ettirerek câmi görevlisinin yaptığı duâya âmin diyen cemaate reddedip inkâr etmesi gereken tâğutları 2/Bakara, 256 velî kabul ettirmek,16- Resmî ideolojinin bayram kabul ettiği Müslümanların zillet ve mağlûbiyet zamanlarını özel hutbelerle kutlattırmak,17- Nice bid’at ve hurafeleri uygulatmak; Kandil gecelerindeki uygulamalar ve Mevlid adlı şiir kitabını ibadet kasdıyla ve hem de Kur’an makamıyla okumak, bu bid’atleri dinden göstermek,18- Asr-ı Saâdette 27 civarında ayrı fonksiyonu olan câmileri sadece namaz kılınıp sonra dağılınan yerler haline getirip mescidleri işlevsizleştirmek,19- Câmileri sosyal ihtiyaçlar için düğün, yemek ikramı, sohbet, İslâmî ders, kalacak yeri olmayanlara otel vb. kullandırmamak, namaz vakitleri dışında câmileri kilitlemek, namaz kılacaklara yer bile ayırmamak,20- Ramazan ayında kılınan Teravih namazlarını hazdan hıza çevirmek. Haz alınacak ibâdet yerine, hız ölçülecek sürat içinde namazı kılmak, kıldırmak,21- Ramazan ayında itikâf öncülüğü ve örnekliği yapmak yerine, itikâf coşkusunu cemaatten çok görmek, itikâfa izin vermemek,22- Sesli tesbih dualarında mevlit gibi okuyuşlarda Kur’an makamıyla okumak, okunanları Kur’an’a benzetmek,23- İslâm’a tam olarak inanmayanların, hatta Din düşmanlarının bile cenaze namazlarını kılmak ve cemaate kıldırtmak,24- Uydurma ibâdet ve bereket unsuru kabul edilen şeyleri câmilerde bulundurmak, Farklı kul isimlerini Allah lafzının bir benzeri şeklinde levhalar yapıp câmi duvarlarına asmak, câmileri dikkat çekip huşûya engel olacak şekilde süse boğmak,25- Câmileri dilencilik yapılacak yerler, câmi görevlisi olarak da kendini dilenci haline getiren uygulamalar içine girmek, takvim satmak, para toplamak, para ile mevlit okumak Câmileri ticarethane gibi kullanmak; takvim, dergi, kitap ve makbuz satmak, 27- İslâm’da, hıristiyanlıkta olduğu gibi ruhbanlık, ruhbanlar din adamları sınıfı yoktur. Bütün müslümanlar, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, dinlerini yaşayıp başkalarına yaşatmak için görevlidirler, dinlerinin görevlisidirler. Buna rağmen kendisini ayrıcalıklı görüp bunu unvanla, giysi ile cemaatinden açığa çıkarmak,28- Tevhid ehli Müslümanları câmiden, cemaatten, câmi cemaatinden soğutup uzaklaştırmak,29- Muvahhid Müslüman gençlerin Cuma namazlarını terk etmelerine sebep olmak,30- İçinde çokça elfâz-ı küfür küfür sözleri, söyleyeni kâfir yapan sözler bulunan memurluğa başlarken yemin metnini imzalamaları ve bazılarının ayrıca bu yemini özel törenle okuması. 657 sayılı kanunun 6. Maddesinin 1982 yılındaki değişikliğiyle, tüm memurlar, yemin belgesine imza atmak ve bu yemini yapmak zorundadır. Bu yeminde, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağına; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını uygulayacağına, Türk Milletinin değerlerini benimseyip, korumak için çalışacağına; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğine namusu ve şerefi üzerine yemin” etmek yemini yapan bir Diyanet görevlisi; a Allah’ın dışında başka varlıklar veya farklı kutsallar adına yemin ettiği için, büyük günah işlemiş, küçük de olsa şirke bulaşmış olur. "Kim Allah'tan başkasına yemin ederse muhakkak şirk koşmuştur yahut küfretmiştir."Müslim, Eymân 4; S. Müslim Terc. ve Şerhi, A. Davudoğlu, c. 8, s. 218 b İkrâh olmadan küfür lafızları söylemiş olacak, Allah’ın kahredici gazâbını ve korkunç azâbını üzerine çekmiş olacaktır 16/Nahl, 106. c Yemin ederken niyetinin sağlam olması da bir şey değiştirmeyecektir. Çünkü sahih hadiste şöyle buyrulmuştur "Yemin, yemin isteyenin niyetine göredir" Bir diğer rivâyet "Senin yeminin arkadaşının seni kendisiyle tasdik ettiği şeye göredir." Müslim, Eymân 21, hadis no 1653; Ebû Dâvud, Eymân 8, h. no 3255; Tirmizî, Ahkâm 19, h. no 1354."Senin yeminin arkadaşın seni ne üzerine tasdik etti ise ona göredir." Müslim, Eymân 20, hadis no 1653Laik sistemler, kendi emniyetleri için kurduğu ve emniyet sibopluğu yaptırdığı Diyanet örgütlerine yalnızca eleman yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda bu yetiştirdiği elemanlarına işleyecekleri dinî cinâyetleri dini vicdanlara hapsetmeye çalışmaları karşılığında, bütçesinden her yıl düzenli olarak ve miktarı laik rejimlerin birçok bakanlığının bütçelerinin beş-on katı kadar parayı rüşvet olarak vermekten çekinmemiştir. Diğer taraftan çok az bir metâ. Bir depremlik, bir mikropluk canı olan insan, cennetini bir maaşa satacak kadar ahmaklaşabiliyor.“Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar da O’nun yoluna engel oldular. Onların yaptıkları, gerçekten ne kötüdür!” 9/Tevbe, 9. “İşte onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve onlara hiç yardım edilmez.” 2/Bakara, 86. Bu görevliler, bunu ister bilerek yapsınlar, isterse bilmeden; bâtılı emretmeleri, bundan da kötüsü, hakla bâtılı karıştırmaları, cinâyet olarak yeter! “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın; yalnız Benden Benim azâbımdan korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın; bilerek hakkı gizlemeyin.” 2/Bakara, 41-42. Atasözünde denildiği gibi; "Dinini paraya satan, dininden de olur, paradan da." Paradan olmasa ne çıkar, paralandıkça paramparça âhireti paralanır. Bütün bu rakamlar çok büyük, hatta korkunç gelse de; aslında, Diyanet teşkilatlarının işlediği dinî katliamlar karşılığında az bile kalmaktadır. Çünkü Rusya, büyük askerî gücüne ve onca imkânına rağmen, bir avuç Çeçen’in ve Kafkasya müslümanlarının kafasından din duygusunu, gönlünden cihad ve şehitliği, onca propaganda, saldırı ve işkenceye rağmen kaldırmayı başaramazken; kimliklerinde müslüman yazan insanların büyük çoğunluğu teşkil ettiği ülkelerdeki Diyanet teşkilatları, hiç kan dökmeden ve zorlayıcı yöntemler kullanmadan personeli vâsıtasıyla yaptığı propagandalarla, dini toplumsal hayattan kaldırma ve toplumu hak dinden kopararak devlete tâbi kılma açısından Rusya ile karşılaştırılamayacak büyük başarı elde etmişlerdir. Konuyu bir de nüfus açısından ele alacak olursak, sonuç daha büyük boyutlara ulaşmaktadır. Yani Rusya, 250 milyonu geçen nüfusu, süper askerî ve mâlî gücü, sosyalist ideolojisi, baskı ve saldırılarıyla, bir milyon Çeçen’in kalbinden ve kafasından imanı sökmeye muvaffak olamazken; meselâ bir ülkedeki diyanet örgütü, 90 bin çalışanı ile sözgelimi 70 milyon insanın kalbindeki ve kafasındaki imanı geçersiz hale getirerek onları birer uydu/köle haline getirebilmiştir. Rusya 250 milyon nüfusuyla bir milyona yapamadığını, filan ülkedeki Diyanet örgütü 90 bin çalışanıyla 70 milyona başarıyla! yapabilmektedir. Bu nedenle, bu resmî din örgütlerinin aldığı ücret/rüşvet az bile sosyal ve siyasal hayatı hayra doğru değiştirip dönüştürmesinin önünde en büyük engellerden biri, resmî/laik İslamizasyon anlayışları ve bu işlevi gören kurumlar, en başta da diyanet kuruluşudur. Diyanet teşkilâtları, işgal altındaki bütün İslâm dünyasında büyük bir kambur, ayak bağı ve pranga durumundadır. İslâm dışı düzenler açısından ise, bir koltuk değneği, bir emniyet sibobu, bir drenaj kanalıdır. Diyanet görevlilerine “Din görevlisi” denilmektedir. Bu deyimdeki “din”den İslâm kast ediliyorsa, bu yanlış bir adlandırma olur. Çünkü İslâm’da, herkes dininin görevlisidir. İslâm’da, hıristiyanlıkta olduğu gibi ruhbanlık, ruhbanlar din adamları sınıfı yoktur. Bütün müslümanlar, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, dinlerini yaşayıp başkalarına yaşatmak için dinin kendilerini görevlendirdiğini kabul eden insanlardır. Onun için her müslüman, dininin vazifelisi, din görevlisidir. Ama, bu “din görevlisi” tâbiriyle düzenin resmî dini, kuşa benzetilmiş devlet dini kast ediliyorsa, diğer memurlar gibi, hatta onlardan öncelikli olarak resmî din teşkilatı üyelerine, yani Diyânet görevlilerine bu ismin/unvanın verilmesinde sakınca yoktur. Kendilerine görev veren, nerede, hangi câmide ve hangi türde, hangi kanun ve yönetmelikler çerçevesinde görev yapacağını bildiren/emreden devlet olduğuna göre, bunların, her şeyden önce devlet görevlileri, devletin din için görevlendirdikleri, devlet dininin görevlileri olduğu daha mantıklı çıkarım olmaktadır. İslâm dışı güçlerin desteği/maaşı olmadan ayakta duramayacak olan bu grup, çoğu zaman kendilerini hak dinin temsilcileri olarak görürler. Bu da müslümanların cezası olarak hâkim olmadığı hemen her ülkede bulunan bu Diyanet Teşkilâtı, dinin bir vicdan meselesi olduğunu halka kabul ettirmek için, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen tâğûtî devletlerin istediği tarzda hutbeler hazırlar ve namaz kıldırma memurlarına da bu hutbeleri okuturlar. Bu hutbeleri okumayanları uyarır, cezalandırır, hatta gerekirse görevine son verirler. Resmî din teşkilatının bağlı bulunduğu yasalar, dinin bir bölümünü anlatıp bir bölümünü gizlemeye görevlileri tevhid dinidir. Tevhid, “Lâ ilâhe illâllah” ifâdesiyle özetlenir. Allah’tan başka ilâh, yani mutlak otorite, egemenlik kaynağı, ibâdete lâyık zât yoktur; En çok sevilen, korkulan, umut edilen O’dur. Tevhide rağmen, hiçbir şahsın ve kurumun değeri yoktur. Dostluk ve düşmanlıkta ölçü, Allah ve Rasûlüdür; İslâm’dır. Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi meşrû kılmak, O'na karşı din üretmek anlamına gelir "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşrû kılacak ortakları mı var? Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer azâbı erteleme sözü kesin hüküm bulunmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zâlimlere can yakıcı bir azap vardır." 42/Şûrâ, 21Kayıtsız şartsız olarak bütün alanlarda Allah’a ve O’nun şeriatına tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça ve Allah’ın dini dışında kalan her türlü düzen, sistem, inanç, bakış açısı, kurum, yaklaşım tarzı ve değer ölçüsü kesinlikle ve tam anlamıyla reddedilmedikçe, Allah tarafından kabul edilecek nitelikte bir imana sahip olmaya imkân yoktur. Ancak böyle bir tavır sergilenebildiği takdirde, Allah’a iman edilmiş, tâğut, ve tâğutî düzenler inkâr edilmiş, küfrün karanlıklarından kurtulup İslâm’ın nuruna, imanın aydınlığına çıkılmış olur “Artık hak ile bâtıl iyice ayrılmıştır. Kim tâğutu inkâr edip Allah’a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir. Allah, iman edenlerin velîsidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkartır. Kâfir olanların velîsi ise tâğuttur, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır.” 2Bakara, 256, 257 Diyanetin Hutbelerinden Küçük Birer Kesit1973’te basılan, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından “Hutbeler” adlı kitaptaki hutbe konularından bazıları şunlar “Hâkimiyet Milletindir”, “Hürriyet ve Adâlet Sevgisi”, “Yurt Sevgisi ve Vatana Bağlılık”, “Vatan Sevgisi”, “Askerlik Sevgisi”, “Dinimiz Kaçakçılığın Her Çeşidini Yasaklamıştır”, “Millî ve Dinî An’anelerimize Bağlı Kalalım”, “Ormanların Korunması ve Ağaç Yetiştirilmesi”, “Dinimizin Zenaat ve Tekniğe Verdiği Önem”.Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlarından, 1981 yılında basılan ve kapağında “Atatürk’ün Doğumunun 100. Yılı Dolayısıyla” diye not düşülmüş, câmilerde İmam-Hatiplik yapanlara hutbe olarak yararlanmaları için hazırlanan “İmam-Hatipler İçin Örnek Metinler” adlı kitaptan birkaç konu/hutbe başlığını sayalım “Yurtta ve Cihanda Sulh”, “Türk Devleti, Ülkesi ve Milletiyle Bölünmez Bir Bütündür”, “Türklük ve Müslümanlık”, “Çalışmak Bir İbâdettir”, “Vatan ve Millet Sevgisi”, “Askerlik ve Yurt Savunması”, “Cumhuriyet Fazilettir”, “Milli Hâkimiyet Bayramı”, “Çanakkale Zaferi”, “30 Ağustos Zaferi”, “Vergi Vermek Çok Önemli Bir Vatandaşlık Görevidir”, “Ağaç ve Orman Sevgisi”, “Yerli Malı Kullanalım”, “Kaçakçılık ve Karaborsacılık”, “Anarşi, Terör ve Bozgunculuk”, “Turizmin Önemi”. Hakk’a ve hak dine inanmayan insanların bize din biçmelerine, kendi bâtıl dinlerini bize dayatmalarına, hak dini tahrif etmeye çalışmalarına, Allah’a ve Allah’ın dinine iftira etmelerine göz yumacak ve boyun eğecek değiliz. Onların ilâhlıklarını, rabliklerini reddedeceğiz; onların tuzaklarına düşmeyeceğiz. Onların balıkları avlamak için oltalarına taktıkları “din”i yutmayacağız. Dinimizi, düzenin resmî kurumlarından ve din tüccarı Bel’amlardan değil; temiz kaynağından; Kur’an’dan, sahih sünnetten ve takvâ sahibi âlimlerden اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌTürkçe TranscriptEm lehum şurakâu şera’û lehum mine-ddîni mâ lem ye/żen bihiAllâhuc velevlâ kelimetu-lfasli lekudiye beynehumk ve-inne-zzâlimîne lehum ażâbun elîmunAbdulbaki Gölpınarlı MealiYoksa Allah'ın emir ve izin vermediği bir dini onlara kuran ortaklar mı var? Azabın, mukadder bir zamana geciktirilmesi takdir edilmemiş olsaydı çoktan aralarında hükmedilirgiderdi ve şüphe yok ki zalimleredir elemli Akgül Meali Yoksa onların, Dinden; Allah’ın izin vermediği İslam’a aykırı şeyleri, kendileri için Anayasa ve kanun olarak belirleyen veya İslam şeriatına aykırı fetvalar veren ortakları ve Cenab-ı Hakka şirk koştukları Tağutları mı vardır?.. Eğer o fasıl kelimesi imtihan süreci ve iyilerle kötülerin ayrılıp seçilmesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm karar verilmiş ve işleri bitirilmiş olacaktı. Gerçekten zalimler için acı bir azap vardır. Çünkü; Allah’ın Şeriatını bozmak ve İslam’ın temel esaslarını yok saymak veya yozlaştırmak, Allah’ın asla izin vermediği bir davranıştır ve şirk sayılmıştır.Abdullah Parlıyan MealiYoksa Allah'ın emir ve izin vermediği bir dini onlara meşru kılıp, ortaya koyan ortakları mı var? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin bir söz geçmemiş olsaydı, çoktan aralarında iş olup biterdi. Şüphe yok ki, yaratılış gayesi dışında yaşayanlara can yakıcı bir azap Tekin MealiYoksa onların, Allah'ın dinde, şeriatta ruhsat vermediği şeyi, kendilerine meşrû kılacak mâbutları mı var? Eğer insanların sorumlu tutularak muhakeme edileceği, mükâfaata nâil olanla cezaya müstehak olanların ayırt edileceği ile ilgili Allah'ın koyduğu-kurduğu mühlet verilen bir düzen olmasaydı, elbette müşriklerle mabut saydıkları putlar arasında acilen yargı gerçekleştirilir, icra edilirdi. Kesinlikle inkârda, isyanda, şirkte ısrar eden, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen zâlimler için, can yakıp inleten müthiş cezalar Varol MealiYoksa onların, dinden Allah'ın izin vermediklerini kendilerine meşru kılan ortakları mı var? Eğer ayırım sözü olmasaydı aralarında hüküm verilmiş olurdu. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap Bulaç MealiYoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah'ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri' ettiler bir şeriat kıldılar? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm karar verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap Fikri Yavuz MealiYoksa o kâfirlerin bir takım şeytanları putları var da, onlara, dinden Allah'ın izin vermediği şeyleri meşrû kıldılar, öyle mi? Eğer o fasıl kelimesi azabın tehir edildiği ve amellerin ayırd edildiği kıyamet günü takdir edilmiş olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilir, işleri helâkleri bitiriliverirdi. Şübhe yok ki, zalimler için acıklı bir azab Sağlam MealiYoksa onların, Allah’ın izin vermediği yasaları onlar için din olarak yasallaştıran putları mı var? Ki Allah’ın yasalarını kabul etmiyorlar. Eğer her şeyin birbirinden ayırtedileceği vakit için verilmiş bir söz olmasaydı, yargılanıp işleri bitecekti. Ve zalimler için elem verici bir azap Bayraklı MealiYoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini kendilerine yasallaştıran ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimlere can yakıcı bir azap Atalay Meali 1965Ortakları var da, dinden Allahın izin vermediğini onlara anlatır mı? Ayrım sözü olmasaydı aralarında hükmolunurdu, zalimlere ağrıtıcı azap var!Cemal Külünkoğlu MealiYoksa onların, Allah'a ortak bazı rableri var da haklarında Allah'ın izni olmayan bazı hukuki ve ahlaki yükümlülükleri kendileri için din adına takip etmeleri gereken bir yol olarak mı tespit etmişler? Bundan dolayı mı diledikleri şekilde hüküm veriyorlar? Eğer Allah'tan, insanların yeryüzünde belli bir vakte kadar kalacaklarına dair konulmuş kesin bir hüküm olmamış olsaydı, aralarında karar çoktan verilmiş ve işleri bitirilmiş olacaktı. Ama bilsinler ki; zalimleri ahirette can yakıcı bir azap Said 1924Allâh’a şerîk koşdukları ma’bûdlar ile mi Allâh’ın izin virmediği dîni telkîn idecekler? Eğer Allâh ’azâbı te’hîr itmemiş ola idi çokdan zâlimler mahkûm olur idi çünki ânlara ’azâb-ı elîm İşleri Meali EskiYoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğrusu, zalimlere can yakıcı azap İşleri Meali YeniYoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer cezaların ertelenmesine dair kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap Vakfı MealiYoksa onların, Allah'ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap vardır. Âyette, kâfirlere Allah’a ortak koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve dünyaya tapmak gibi sakat düşünceleri telkin eden şeytanlara ve Allah’tan başka din koyanlara uymalarının sebebi sorulmakta ve bu ortaklara uymanın sonuçlarına dikkat Yüksel MealiYoksa ALLAH'ın izni olmadığı halde onlar için dini kurallar ve yasalar ortaya koyan ortakları mı var? Daha önce belirlenmiş bir karar olmasaydı onların arasında yargı verilirdi. Zalimlere acı bir azap "Müslümanlarının" bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed'in bildirdiği islam diniyle ilgisi kalmamıştır. "Ulema" geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırka-i şerifler, kıl-ı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini yaşanması felaket getiren bir şirk dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik dinadamları ve onları kullanan politikacılardır. Tanrı bu durumu düzeltmek ve mesajını hurafe ve bidatlerden arındırmak için "büyüklerden biri" diye nitelediği mesajı gönderdi bize 7430-35. Bak 931; 33 Hamdi Yazır MealiYoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği şeyi kendilerine meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin yargı sözü olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilir, işleri bitirilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azab Meali OrijinalYoksa onların şerikleri var, onlara dinden Allahın izin vermediği şeyleri meşru' kıldılar öyle mi? Eğer o fasıl kelimesi olmasa idi aralarında huküm icra edilir, bitirilirdi ve şübhesiz ki zâlimler için elîm bir azâb vardırErhan Aktaş MealiYoksa onların, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi, kendilerine meşru kılan ortakları mı var? Eğer “ayırma kelimesi”¹ olmasaydı kesinlikle aralarında hemen hüküm verilirdi. Kuşkusuz ki zalimler için acı bir azap vardır. 1- Hesap sorma gününde her kesin yaptıklarına göre ayrıştırılacağına dair takdir edilmiş hüküm. Hasan Basri Çantay MealiYoksa onların Allahın izin vermediği şeyleri o fâsid dîn lerin den kendilerine şerîat çıkarıb yapan ortakları mı var? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı aralarında mutlakaa dünyâda icra edilmiş işleri bitirilmiş di bile. Şübhesiz ki o zaalimler için hakkı çetin bir azâb Neşriyat MealiYoksa onların, dinden Allah'ın kendisine izin vermediği şeyleri, kendilerine meşrû' kılan ortakları mı var? Hâlbuki haklarında âhirette hüküm verileceğine dâir önceden söylenmiş ayırma sözü olmasaydı, aralarında elbette hüküm verilmiş işleri çoktan bitirilmişolurdu. İşte şübhesiz o zâlimler yok mu, onlar için, pek elemli bir azab Yorulmaz MealiYoksa onların ortakları varda Allah, dininde hiçbir kimseye izin vermediği halde, o ortaklar dinde, onların uymaları gerekli hükümler ve kurallar şeriat mı belirlediler? Allah’ın doğru ile yanlışı ayırma sözü olmasaydı, onların arasında hüküm verilirdi. Hiç şüphe yok ki, zalimler için çok acıklı bir azap Hakkı BaltacıoğluYoksa Allah’ın uygun bulmadığı bir dini onlara yol olarak gösteren ortakları mı var? Eğer o ayırt gününe bırakma sözü olmasaydı onların araları çoktan yargılanmış olurdu. Gerçekten kıyıcılar için acıklı bir azap Hakkı İzmirliYoksa müşriklerin, Allah/ın izin vermediği bir şeyi kendileri için din gösteren mâbutları mı vardır? Eğer kestirme söz geçmemiş, olsaydı aralarında iş olup biterdi. Zalim olan kâfirler için acıklı bir azap YakıtYoksa onların, Allah’ın izin vermediği yolu/yasayı [şera’û] kendileri için din olarak kabul eden ortakları mı var? Eğer Allah’ın geçmişteki hükmü [fasl] olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Muhakkak ki zalimler için can yakıcı bir azap Çelik MealiYoksa onların, dinden Allah'ın izin vermediği bir şeyi yasayan ortakları mı var? Eğer azabın ertelenmesine dair kesin bir hüküm olmasaydı, aralarında hemen hükmedilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap Kısa MealiYoksa onların; inanç, ahlâk ve temel hukuk prensipleri, yani din konusunda Allah’ın izin vermediği kanunlar koyarak kendileri için bir inanç sistemi belirleyen ve sınırsız egemenliğinde O’na ortak olan sözde ilâhları mı var? Bu o kadar büyük bir suçtur ki, eğer bu dünyanınimtihân diyarı olduğuna, asıl ceza ve mükâfâtın ancak âhirette verileceğine dâir Rabb’in tarafından ezelden verilmiş bir karar olmasaydı, aralarında çoktan hüküm verilmiş ve işleri bitirilmiş olurdu. Fakat Allah, onları hemen helâk etmiyor, son ana kadar fırsat veriyor; ta Hesap Günü gelip çatıncaya kadar Hiç kuşkusuz zâlimleri, can yakıcı bir azap bekliyor!Mahmut Özdemir MealiŞimdi, Allah’ın izin vermediği, Din’den onlar için şeriat / yasa koymuş ortakları mı var? ”Fasl” / Ayırım sözü olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Zâlimler’e gelince; onlar için acıveren bir azap Çakır MealiYoksa onların, herhangi bir din olabilir savını dayatan işbirlikçileri mi var? Allah kullarına böyle bir hak vermemiştir. Eğer Allah'ın, " sorgulama kıyamette " sözü olmasaydı bu gibilerin işi çoktan bitmişti. Başkalarını aptal yerine koyan böylesi saygısızları, kıvrandıran acılar Çoban MealiBiz yasalarıma uyun diye çağrı yapıyoruz. İnsanlardan bazıları sanki Allah’tan başka daha güçlü ilahlara tapıyorlarmış gibi yasalarıma karşı çıkıyorlar. İlahlaştırdıkları insanların yasalarına uyuyorlar. Onlara yaptıkları bu yanlıştan dönmeleri için bir süre verilmeseydi; verdikleri yanlış hükümler nedeniyle anında cezalandırırdık. Onları hemen cezalandırmadığımız için Allah’ı güçsüz mü zannediyorlar? Hayır! Biz onlara zaman tanıyoruz. Belki düşünüp öğüt alırlar. Düşünüp öğüt almayanlara, yasalarımıza uymayanlara elem dolu bir azap vardır. Mehmet Okuyan MealiYoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinî bir hüküm olarak belirleyen ortakları mı var! [*] Ayırıcı söz [*] olmasaydı elbette aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz ki zalimlere elem verici bir azap cümle dinin bütünüyle sahibinin Yüce Allah olduğunu vurgulamaktadır. Bkz. Zümer 392, 3, 11, 14. Mekkeli müşriklerin Hz. Muhammed’e karşı çıkışlarının hiçbir gerekçesi yoktur; çünkü ilâhî kaynaktan beslenen bir dayanakları bulunmamaktadır. Dolayısıyla dünya hayatına ve ahirete yönelik kanaatlerinin herhangi bir tutar tarafı ve değeri yoktur.,[Kelimetü’l-fasli] tamlaması “karar verme sözü”, yani “nihai yargılamanın, hüküm vermenin mahşer gününe erteleneceği sözü” demektir. Bu tamlama “cezayı erteleme hükmü, kararı”, “ayrıntılı hesabın yapılması hükmü” gibi anlamlar içermektedir. Burada kastedilen ise azabın belirli bir süreye ertelenmesine dair önceden kararlaştırılmış olan “kelime”nin geçmiş olması Türk MealiYoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri kendilerine din yapan bir takım ortakları mı var?¹ Eğer onlarla Allah’a ortak koştuklarının aralarının açılacağı kıyamet günü için önceden verilmiş bir söz olmasaydı, onların hesabı dünyada görülürdü. Gerçekten zâlimler için acıklı bir azap Yani, onların önünde müşriklik, İslâm dışı sistemlere uymak, âhireti inkâr, zulüm, aslı astarı olmayan ibâdet ve inançlar, kutsal kişiler, günler, mekânlar icat etmek gibi Allah’ın ve Peygamberinin meşru kılmadığı bir takım şeyleri emreden ve diledikleri gibi din yapan birileri mi var?Muhammed Esed MealiYoksa onlar, [bu dünyadan başka bir şeyi önemsemeyenler,] Allah’ın asla izin vermediği şeyleri kendileri için hukukî ve ahlakî bir yükümlülük haline sokan ²⁵ sözde uluhiyet ortağı güçlere mi inanırlar? ²⁶ Nihaî hüküm ile ilgili [Allah’ın] bir kararı ²⁷ bulunmasaydı, onlar arasında her şey [bu dünyada] hükme bağlanmış olurdu ²⁸ ama zalimleri [öteki dünyada] acı bir azap Yani onları, adeta manevî bir coşku ile kendilerini kaybederek Allah’ın tasvip etmediği -tamamen materyalist hedeflerin ardında koşmak ve bütün manevî ve ahlakî değerleri görmezden gelmek gibi şeylere- sarılmaya zorlayan. Din’in bu bağlamda taşıdığı “ahlakî yükümlülük” anlamı konusunda bkz 1096, not Lafzen, “yoksa onlar [Allah’ın] ortaklarına mı sahipler” -yani “onlar, servet, güç, şans’ vb. gibi arızî olguların kendileri üzerinde ilahî bazı etkilere sahip olduklarını mı zannederler?” Sonuçta böyle “güçler”e inanmanın insanın yalnızca dünyevî hedefler peşinde koşmasının temelinde yatan olgu olduğu anlatılmaktadır. Şürekâ’ teriminin -lafzen, [Allah’ın] “ortakları” veya “eşler”i- yukarıdaki açıklayıcı çevirisi için bkz. 622, not 15.27 Lafzen, “karar verme sözü”, yani O’nun nihaî yargılamasının/hükmünün Mahşer Günü’ne erteleneceği sözü bkz. bir sonraki not.28 Yani, Allah, öteki dünyayı özlemle bekleyenler ile dünyevî başarıdan başka bir şeyi önemsemeyenler arasında, birincilere sınırsız bir mutluluk bahşetmek, ötekileri ise sıkıntıya uğratmak suretiyle, bu dünyada kesin bir ayrım yapmış olacaktı Ama insanın hayatı ancak öteki dünyada gerçekten ikmal edilmiş olacağından Allah, bu ayrımı o zamana kadar ertelemeyi Çavdar MealiYoksa onların, Allah’ın din hususunda onaylamadığı bazı inanç ve uygulamaları kendilerine dini kurallar olarak benimseten bir takım otoriteleri mi varmış? Şayet daha önce cezanın belli bir süre ertelenmesiyle ilgili Rabbinin bir hükmü olmasaydı onların işi çoktan bitirilmiş olurdu. Hiç kuşku yok ki Allah’ın dışında dini kurallar koyan zalimler için can yakıcı bir azap vardır. 10/59, 16/61, 35/45Mustafa İslamoğlu MealiYoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri kendileri için dinin koyduğu şer’î bir kural haline getiren Allah’a ortak yaptıkları güçler mi var?[⁴³³⁰] Eğer konulmuş kesin bir yasa olmasaydı, haklarındaki hüküm hemen infaz edilirdi şu kesin ki, zalimlerin hakkı, âhirette elem verici bir azaptır.[4330] Böyle bir şey yaptıktan sonra hâlâ Allah’a inandığını iddia etme çelişkisine ne demeli? Zira bu tanrısının âmiri olmak anlamına Nasuhi Bilmen MealiYoksa onlar için şerikler var da onlar için dinden kendisiyle Allah'ın izin vermediği şeyleri meşrû mu kıldılar? Ve eğer o fâsıl kelimesi olmasa idi elbette aralarında hüküm icra edilmiş olurdu ve şüphe yok ki o zalimler için elîm bir azab Yıldırım MealiYoksa Yüce Allah'ın izin vermediği birtakım şeylerikendilerine din diye kabul ettirmek isteyen putları mı var? Şayet Allah'ın cezayı ertelemeye dair hükmü olmasaydı işleri çoktan bitirilmişti. Zalimlere elbette gayet acı bir azap vardır. Süleyman Ateş MealiYoksa onların, kendilerine, Allah'ın izin vermediği dini koyan ortaklar mı var? Eğer bir süre fırsat verilmesi hakkında karar olmasaydı derhal aralarında hüküm verilirişleri bitirilirdi. Kuşkusuz zalimler için acı bir azab Vakfı MealiYoksa bu dinde onlar için, Allah’ın onaylamadığı kurallar koyan ortakları mı var? Eğer hesabın mahşere bırakıldığı sözü olmasaydı hemen yargılanırlardı. Yanlış yapanlar için acıklı bir azap Piriş MealiYoksa onların hakimiyette ortakları mı var ki, Allah'ın din hususunda izin vermediği şeyleri kendileri için kanun yapıyorlar? Eğer “aralama“ sözü olmasaydı hemen aralarında iş bitirilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap Şimşek MealiYoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyleri din diye kendilerine yasallaştıran ortakları mı var? Hükmün ertelenmesine dair söz olmasaydı,10 onların aralarında iş çoktan bitirilirdi. Çünkü zalimlerin hakkı acı bir azaptır.10 Allah ödül ve cezanın kıyamet gününe bırakılmasına hükmetmiş Nuri Öztürk MealiYoksa onların, dinden, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap Anadolu Türkçesiiy anlaruñ ortaķları mı var kim beyān eylediler anlaruñ içün dinden anı kim destūr virmedi aña Tañrı? daħı eger degülmisse ayırmaķ sözi hükm olına-y-dı aralarında. daħı bayıķ žālimler anlaruñdur 'aźāb Altı Meal 1534Yā anlaruñ şerīkleri mi vardur ki şerīat itdiler anlara dīnde Tañrı Taālābuyurmaduġı nesneyi ve eger ḳıyāmet ve alāmeti olmasa‐y‐dı,ḥükm olurdı aralarında. Taḥḳīḳ vardur ẓālimlere ulu Yoxsa müşriklərin Allahın dində izin vermədiyi bir şeyi onlar üçün qanuni halal edən şərikləri vardır. Əgər cəzanın qiyamətə saxlanılması barədə qəti söz və’d olmasaydı, aralarında hökm artıq icra edilmiş olardı hamısı elə dünyada ikən əzaba düçar edilərdi. Şübhəsiz ki, zalımları şiddətli bir əzab gözləyir!M. Pickthall EnglishOr have they partners of Allah who have made lawful for them in religion that which Allah allowed not? And but for a decisive word gone forth already, it would have been judged between them. Lo! for wrong doers is a painful Ali EnglishWhat! have they partners4556 in godhead, who have established for them some religion without the permission of Allah. Had it not been for the Decree of Judgment, the matter would have been decided between them at once. But verily the Wrong- doers will have a grievous Nothing can exist without the permission of Allah. Can people, who indulge in false worship say "Why does Allah permit it?" The answer is "a certain latitude is allowed with the grant of a limited form of free will. When the time for Judgement comes, the Punishment is sure." See n. 1810 to 136. Decree or Word of Judgement. See n. 1407 to 1019. اَمْ لَهُمْ شُرَكٰۤؤُا شَرَعُوْا لَهُمْ مِّنَ الدِّيْنِ مَا لَمْ يَأْذَنْۢ بِهِ اللّٰهُ ۗوَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۗوَاِنَّ الظّٰلِمِيْنَ لَهُمْ عَذَابٌ اَلِيْمٌ الشورى ٢١ for themلَهُمْonların var mı?are partnersشُرَكَٰٓؤُا۟ortaklarıwho have ordainedشَرَعُوا۟şeriat kılanof the religionمِّنَ ٱلدِّينِdiniwhat not Allah has given permission of itمَا لَمْ يَأْذَنۢizin vermediğiAllah has given permission of itبِهِonuAllah has given permission of itٱللَّهُۚAllah'ınAnd if notوَلَوْلَاeğer olmasaydısurely, it would have been judgedلَقُضِىَderhal hüküm verilirdibetween themبَيْنَهُمْۗaralarındaAnd indeedوَإِنَّve kuşkusuzthe wrongdoersٱلظَّٰلِمِينَzalimler içinfor themلَهُمْonlara vardıris a punishmentعَذَابٌbir azabem lehüm şürakâü şera`û lehüm mine-ddîni mâ lem ye'ẕem bihi-llâh. velevlâ kelimetü-lfaṣli leḳuḍiye beynehüm. veinne-żżâlimîne lehüm `aẕâbün elîm. aš-Šūrā 4221Diyanet IsleriYoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır? Eğer kesin yargı bulunmayacak olsaydı aralarında hemen hükmedilirdi. Doğrusu, zalimlere can yakıcı azap SahihOr have they partners [ other deities] who have ordained for them a religion to which Allah has not consented? But if not for the decisive word, it would have been concluded between them. And indeed, the wrongdoers will have a painful punishment. [42] Ash-Shuraa 211 Abdulbaki GölpınarlıYoksa Allah'ın emir ve izin vermediği bir dini onlara kuran ortaklar mı var? Azabın, mukadder bir zamana geciktirilmesi takdir edilmemiş olsaydı çoktan aralarında hükmedilirgiderdi ve şüphe yok ki zalimleredir elemli Adem Uğur3 Ali Bulaç4 Ali Fikri Yavuz5 Celal Yıldırım6 Diyanet Vakfı7 Edip Yüksel8 Elmalılı Hamdi Yazır9 Fizilal-il Kuran10 Gültekin Onan11 Hasan Basri Çantay12 İbni Kesir13 İskender Ali Mihr14 Muhammed Esed15 Muslim Shahin16 Ömer Nasuhi Bilmen17 Rowwad Translation Center18 Şaban Piriş19 Shaban Britch20 Suat Yıldırım21 Süleyman Ateş22 Tefhim-ul Kuran23 Yaşar Nuri Öztürkالقرآن الكريم - الشورى42 21Asy-Syura 4221 Diyanet VakfıŞÛRA 21. Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? Eğer erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz zalimlere can yakıcı bir azap Nuri ÖztürkŞÛRA onların, dinden, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortaklar mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap Hamdi YazırYoksa onların şerikleri var, onlara dinden Allahın izin vermediği şeyleri meşru’ kıldılar öyle mi? Eğer o fasıl kelimesi olmasa idi aralarında huküm icra edilir, bitirilirdi ve şübhesiz ki zâlimler için elîm bir azâb vardırİbni KesirYoksa Allah’ın izin vermediği bir şeyi, dinde onlara şeriat kılacak ortakları mı var? Şayet kesin söz bulunmayacak olsaydı; aralarında derhal hüküm verilirdi. Doğrusu zalimlere elim bir azab YıldırımYoksa Yüce Allah’ın izin vermediği birtakım şeyleri kendilerine din diye kabul ettirmek isteyen putları mı var? Şayet Allah’ın cezayı ertelemeye dair hükmü olmasaydı işleri çoktan bitirilmişti. Zalimlere elbette gayet acı bir azap vardır. "Yoksa, Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara kanun kılacak ortakları mı vardır?"Kim olursa olsun yüce Allah'ın yarattığı hiç kimsenin yüce Allah'ın kanun olarak koymadığı ve izin vermediği bir şeyi kanun olarak koyma yetkisi yoktur. Kulları için kanun koyma yetkisi sadece yüce Allah'a aittir. Çünkü bütün evreni yoktan var eden ve kendi seçtiği yasalar sistemi ile tüm evreni yöneten O'dur. İnsanlık hayatı ise bu uçsuz bucaksız evren çarkında küçücük bir dişli konumundadır. Bu yüzden evreni yönlendiren yasalar sistemi ile uyuşan bir yasa hükmetmelidir insanlık hayatına. Bu ise, uçsuz bucaksız evreni yönlendiren tüm yasalar sistemini kapsayan bir bilgiye sahip bir kanun koymadıkça mümkün olmaz. Allah'tan başka herkes tartışmasız bu denli kapsamlı bir bilgiye sahip olmaktan uzaktırlar. Bu yüzden bu yetersizlikle beraber onların insanlık hayatı için kanun koymalarına itibar edilmez. Bu gerçek olanca çıplaklığı ile gözler önünde olmasına rağmen, birçokları bunu tartışma konusu yapıyorlar veya inanmıyorlar. Halkları için iyiliği seçtiklerini ileri sürerek yüce Allah'ın koyduğu kanunların dışında kanunlar koymaya yelteniyorlar. Bunu yaparken de içinde bulundukları şartlarla, kendi kafalarından uydurdukları kanunlar arasında bir paralellik kuruyorlar. Sanki yüce Allah'tan daha çok biliyorlarmış, ondan daha iyi hüküm verebiliyorlarmış gibi! Ya da sanki, Allah'ın izin vermediği konularda onlar için kanun koyan Allah'ın dışında ortakları varmış gibi! Bundan daha çirkin bir davranış, Allah'a karşı bundan daha küstahça bir tutum olamaz. Kuşkusuz yüce Allah, insanlık hayatı için insanın karakteri ile, öz yaratılışı ile, içinde yaşadığı evrenin doğası ve öz yaratılışı ile uyuşacağını bildiği bir yasa koymuştur. Bu sayede hem insanların kendi aralarında hem de evrende yeralan güçlerle en yüksek düzeyde yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir. Yüce Allah bunun için gerekli olan tüm temel yasaları koymuştur. İnsana düşen sadece genel sistemin ve çerçevesi belirlenmiş yasanın sınırları içinde hayatın değişen ihtiyaçları ile birlikte ayrıntı sayılan yeni düzenlemeler yapmaktır. Bu konuda aralarında görüş ayrılığı baş gösterirse meseleyi yüce Allah'a döndürürler; yüce Allah'ın insanlar için hayat düsturu olarak koyduğu temel yasalara başvururlar. Çünkü yüce Allah bu temel yasaları insanların ayrıntı sayılan düzenleme ve uygulamalarını ölçtükleri bir kriter olarak koymuştur. Böylece yasama kaynağı bire indirgenmiş oluyor; hüküm tek başına Allah'a özgü kılınıyor. O, herkesten iyi hükmeder. Bu yöntemin dışındaki her girişim Allah'ın şeriatına, Allah'ın dinine, Allah'ın Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya ve Muhammed'e -salât ve selâm üzerlerine olsun- tavsiye ettiği prensibe karşı çıkmaktır, isyan etmektir. "Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi." Yüce Allah, onlara her meselenin kesin çözüme bağlandığı güne kadar mühlet verileceğine ilişkin olarak kesin bir söz vermiştir. Eğer bu söz olmasaydı, kuşkusuz yüce Allah onlara ilişkin kararını bildirecekti; yüce Allah'ın koyduğu kanunlara karşı çıkıp, ondan başkasının koyduğu kanunlara uyanları suçüstü yakalayıp en kısa zamanda cezalarını verecekti. Ne varki yüce Allah, her meselenin çözüme bağlandığı, her amelin karşılığını eksiksiz aldığı güne kadar onlara süre tanımıştır. "Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır."İşte zulmün karşılığı olarak onları bekleyen bu can yakıcı azaptır. Allah'ın koyduğu kanunlara karşı çıkıp ondan başkasının koyduğu kanunlara uymaktan daha büyük bir zulüm var mıdır? Bu yüzden zalimler bir kıyamet sahnesinde sunuluyorlar. Burada zalimler azaptan dolayı korkuyor, titriyorlar. Oysa daha önce korkmuyorlardı, hatta büyük bir küstahlıkla bu azabın bir an önce gelip çatmasını istiyorlardı. Fizilal-il Kuran/Seyyid Kutup

yoksa onların allah ın izin vermediği konularda